24 Nisan 2013 Çarşamba

Falanlar ve filanlar.


Masanın ayağı kırık, duvar saatinin pili yok, sen beğenmiyorsun, vişne suyu bitmiş. Hangisinin daha acı olduğunu düşünürken 2. bardağı devirince anlıyorum, vişne suyunun eksikliğinin acıtmadığını.  Kendim beğenmezken zaten senin beğenmemenin sıradan çamaşır suyundan hallice yıpratıcılığı beni kararsız kılıyor.  Kararsız kalıyorum ama çok fazla kaldığım için sevemiyorum, belki biraz daha az olsa sevebilirdim. Sonuçta çoğu zaman İngiliz yapımı romantik komedi filmleri gibi mutlu sonla bitmiyor, bitmez. Düşünmemeye çalışmayı düşünüyorum, biraz W.A izliyorum, kısaltma yapıyorum, sigarayı değiştiriyorum ama fark etmiyor.  Beğenemiyorum.

"Bana şiir yazma" nın kesinliğine o zaten sana değil, yaşamın keşfedilmemiş güzelliklerine gibi kontrolden çıkmış cevaplar vermek istiyorum, olmuyor. Susuyorum, gerçekten susuyorum, sağanağın ortasında kalsam susuzluğum geçicek gibi değil.  Ağzım kuruyor, kuruyor yapraklar, dökülüyorlar sürekli. Sürekli yaşadığım "ya beğenmezsen" korkusu neon tabelalarla gökten inip karşımda duruyor, değişiyor, beğenmedi oluyor.  Sürekli kesilen elektrik inadına kesilmiyor. O kadar parlak ki gözüm başka bir şey göremiyor. Beğenmediğini net olarak ifade ediyor.  Anlama çabasına girmiyorum,ben  beğenmemiştim zatenle kestirip atma çabam fotoğraflarını yırtıp atamamam gibi çaresiz kalıyor.

Kağıt ve kalemi aynı ortamda bulundurmamaya çalışıyorum. Kalem tek kalınca en fazla yemek tarifi yazmaya yarar oluyor eski bi ajandanın herhangi bir sayfasına. Kağıttan ise çok güzel gemiler yapıp filomu oluşturuyorum sana savaş açmak üzere yine kaybedeceğimi bile bile. Ama kesinlikle ikisini yan yana getiremiyorum korkumdan, ya yine yazarsam da yine yazma dersin diye. Beğenmezsin diye.

iguanalar çok yalnız.